15 Ocak 2014 Çarşamba

Aptallıklar :)

Ortalama bir insanın zeka seviyesi yani IQ (aykü) (intelligence=zeka, Quotient=Bölüm) 91-110 arasındadır. 

Dünya nüfusunun %50’sinden biraz fazlası bu zeka oranına sahiptir.
Aynı ortalama Türkiye içinde geçerlidir. Ülkemizin %50’sinden biraz fazlası normal zekadadır. Normal zeka kendini tanıma, nesneleri tanıma, konuşma, hareket etmek gibi hayatımızda önem vermediğimiz fakat sosyal birey olmamızı sağlayan fonksiyonları yapmamızı sağlar.

Ama hayat koşulları, özellikle de alışkanlıklarımız her ne kadar normal zeka veya ileri zekalı da olsak hayat içerisinde bir sürü dikkatsizlik, gerçek anlamda ‘’aptallıklar’’ yapmamıza sebep olur.
Örnek olarak Türkiye’de her hangi bir kapı zilini çaldığınızda mikrofondan ‘’kim o?’’ diye size bir soru yöneltilir ve siz o soruya otomatik olarak ‘’ben’’ dediğinizde size Türkiye’de kapı açmayacak insan sayısı çok kısıtlıdır. Ülkemizde ‘’Kim o?’’ sorusunun cevabı ‘’ben’’ olarak bilinçaltımıza kazınmıştır. Hırsız da olsa, tanımadığımız biri de olsa her ‘’ben’’ cevabına o kapı açılır.

Gerçek anlamda ‘’Aptallık’’ örneklerini çoğaltırsak… Günümüzde her ne kadar cep telefonu kullanımı artsa da hala ev telefonlarıyla da iletişim kurmaktayız. Örnek olarak birini ev telefonundan aradığınızda Naber?, Nasılsın? Sorularından önce veya sonra otomatik olarak ‘’evdemisin?’’ sorusunu sorarız. Bu bir alışkanlık olmuştur. Ev numarasından aradığınız kişinin mantıken dışarıda veya havuz başında içkisini yudumlaması biraz imkansız gözükse de biz bu soruyu ısrarla sorarız..’’Evdemisin?’’

Sadece ev ortamlarında olan alışıla gelmiş soru ve cevapların dışına çıkıcak olursak.. Erkeklerin aralarında ki konuşmaları da çok ilginçtir. Bir arkadaşınızı bulunduğunuz ortama çağırdığınızı düşünün, ‘’Kanka kop gel buradayım bekliyorum!’’ Arkadaşınızın size ilk soracağı sorulardan biri ‘’Kanka ortamda güzel kız var mı?’’ Zannedersiniz ki hayatının her anı ve saniyesinde dünya güzeli kızlarla beraber yaşıyor da sizin bulunduğunuz ortamda güzel kız yoksa gelmeyeceğini belli eden bir soru soruyor. Aslında bu soruyu otomatik olarak, çevresinden edindiği tecrübeler olsun veya erkekler arasında ki alışkanlıklardan dolayı sormaktadır.

Bazı durumlarda ise beyniniz otomatik olarak savunma mekanizması olarak çalışır. Özellikle yalan söylediğiniz veya gerçekten bilmediğiniz bir olay karşısında soruya verdiğiniz iki cevap vardır: ‘’Efendim?’’ (Yani soruyu tekrar ederken bende vereceğim cevabı düşüneyim demektir.) İkinci cevap ise ‘’Kim söyledi? Veya Kimden duydun?’’ tarzındadır. Bu da olay olsa da olmasa da kendinizi direk savunmaya çektiğinizin göstergesidir. Bu durum sizin yalancı veya olayı yanlış bildirdiğinizi göstermez sadece beyninizin alışkanlıklardan dolayı bu cevapları ve bu tarz davranışları sergilemenize sebep olur.


Ben bir Psikolog, Beyin bilimcisi gibi bir şey değilim sadece günlük hayatta yapılan bazı dikkatsiz, Aptalca ve nedeni bilinmeyen sözlerin, soruların, cevapların ve davranışların aslında komik yönünden bakmaya çalışan biriyim.
İşin özü başkasıyla dalga geçerken veya aşağılayıcı bir söz ile davranışını küçümserken herkesin o davranışı yapabileceğini hatta yaptığını düşünmemiz gerekir. 
Her ne kadar komik de olsa! :)

13 Ocak 2014 Pazartesi

10 Efsane! Transfer


2000 yılında Türk futboluna yapılan yatırım ve teşviklerin artması ile Türkiye Süper lig takımları sayısız yabancı futbolcu transfer etmiştir. Bu yabancı futbolcuların bir kısmı başarılı hatta efsane olurken bir kısmı ise ''geldikleri gibi gittiler''. Hep beraber bu unutulmayan fakat unutulmuş olan 10 tane efsane olamamış ama olma çabasına da girememiş futbolculara beraber bakalım..

Bratu ve Petre:

2003 Yılında Galatasaray'a transfer olduklarında büyük ses getirmişlerdi. Ses getirmelerinin nedeni 2'sinin Rumen ve genç oluşuydu.Hagi'den sonra ''yeni Hagi'ler'' arayışına giren Galatasaray, Fatih Terim'in isteğiyle bu iki oyuncuyu transfer etmişti. Buraya kadar herşey normal gözükebilir ama hayal kırklığı listesine girmesinin en büyük sebebi Fatih Terim'in bu futbolcular için ''Biri Figo diğeri Zidane olacak'' demesiydi. Bir Figo veya Zidane olamadılar ama...



Maldonado:
2007-2008 sezonunun devre arasında Fenerbahçe'ye transfer olan Şili'li futbolcu. Maldonado'da Fenerbahçe'ye büyük ümitlerle gelmişti Güney Amerika'da ki futbol kariyeri olsun, başarıları olsun beklentiler büyüktü fakat o da beklenenleri veremedi ve sessiz sedasız Fenerbahçe'den ayrıldı.

Robert Enke:
2003 yılında büyük bir transfer hamlesi ile Barcelona'dan 1 yıllığına kiralanan Alman Kaleci. Türkiye'de ki lakabı ile ''90 dakikalık kaleci'' 2003-2004 sezonunun ilk maçında Kadıköy'de İstanbulspor'a 3-0 yenilen Fenerbahçe henüz 1 maç kalesini koruyan Robert Enke'yi ertesi gün Barcelona'ya geri yolladı.

Ailton:
2005 yılında Schalke'den Beşiktaş'a transfer olan Brezilya'lı futbolcu.Beşiktaş'a geldiğinde 2 Bundesliga gol krallığı bulunuyordu fakat Beşiktaş'ta 17 maçta 7 gol atabildi. İlginç olan Ailton'un şişmanlığı ve bunun basında durmadan söz konusu olmasıydı

Youla:
Rıza Çalımbay döneminde Beşiktaş'a büyük umutlarla transfer olan Gine'li futbolcu. Rıza Çalımbay'ın her maç sonunda ''bir gol atsa kendine gelecek'' dediği fakat o golü atamadığı gibi kendisinin de sonunu hazırlayan futbolculardan biri.

Guiza:
Mallorca'dan Fenerbahçe'ye ''La liga gol kralı'' olarak transfer olan İspanyol futbolcu. Gerek kaçırdığı goller olsun, gerek tipi ile gol kaçırdıktan sonra ''küçük Emrah'a'' benzetilen futbolcununda sonu ülkesine geri dönmek oldu.

Josico:
Fenerbahçe'nin Villareal'den transfer ettiği bir başka hayal kırıklığı olan İspanyol futbolcu. 1 sezon kaldığı Fenerbahçe'de fazla forma şansı bulamamasına rağmen forma şansı bulduğu maçlarda da ''keşke oynamasaydı'' dedirten futbolcu.

Kevin Campbell:
İngiliz futbolseverler özellikle Arsenal taraftarının unutamadığı Campbell 1997 yılında Nothingam'dan Trabzonspor'a transfer oldu. Her ne kadar iyi bir performans gösteremese de taraftarlar arasında çok sevildi fakat dönemin Trabzonspor başkanı Mehmet Ali Yılmaz'ın '' Bizim yamyamı gol makinası diye aldık, çamaşır makinası çıktı'' sözünden sonra ''ırkçılık'' var bahanesiyle sadece Trabzon'u değil Türkiye'yi terk eden İngiliz golcü.

Giovani Dos Santos:
2009-2010 sezonu devre arasından Tottenham'dan büyük umutlarla Galatasaray'a kiralık olarak transfer olan Meksikalı futbolcu. Onun da gösterdiği performans Galatasaray'lı futbolseverleri tatmin etmedi her ne kadar takımda kalmak istediyse de Tottenham'ın kendisi içim 8 milyon euro istemesi ipleri koparan olay oldu.

Washington:
Fenerbahçe'nin ''portakal'' lakaplı Brezilyalı eski futbolcusu. Aslında Washington'ı diğerlerinden ayıran ''hayal kırıklığı'' biraz farklı. ''Portakal'' geldiği ilk sezon 12 maçta 9 gol attı fakat sağlık sorunları nedeniyle futbola veda etmek zorunda kaldı.Fenerbahçe ve Türk futbolu için efsane olabilecekken ''Portakal'' olarak kalan eski golcüsü..

9 Ocak 2014 Perşembe

İstanbul İtfaiyesi vs New York İtfaiyesi


İstanbul..Kimine göre 15 milyon kimine göre ise 20 milyondan fazla nüfusa sahip, Dünya'nın 2 kıtayı birleştiren tek kenti..
Bu kadar kritik bir noktada bulunan ve bu kadar çok kişiyi barındıran İstanbul'un en büyük sorunlarından biri de sosyal faaliyetler, sosyal yardımlaşma ve sosyal ihtiyaçlar..Bunlardan birini de tabi ki İtfaiye bölümü oluşturmaktadır.
İtfaiye demek sadece yangını söndürmek değildir. Halkın yanında olmak, trafik kazalarında bulunmak, arama kurtarma faaliyetlerinde bulunmak, kimyasal, biyolojik tehlikeler de can emniyeti sağlamak, kitlesel kirlenmeyi önlemek gibi bir çok sosyal yükümlülüğü vardır itfaiyenin..
Dünya'da ki en zor meslekler arasında ilk 10'a girebilecek kadar zor ve riskli bir iştir.
Bu yazıyı yazmamda ki en büyük sebep İstanbul Büyükşehir Belediyesinin aldığı yeni söndürme helikopteri tanıtımı sırasında İstanbul Belediye Başkanı Sayın Kadir Topbaş'ın yaptığı ''İstanbul itfaiyesi, New York itfaiyesi ile eşdeğerdir.'' sözü oldu.
Tabi ki seçim öncesi yeni çalışmalar, yeni hizmetler, yeni iddalar ortaya atılıp ve söylenecektir fakat bu söz biraz bana ağır bir benzetme gibi geldi ve bende ufak bir araştırma yaptım. Bu araştırmalarımı burada sizinle paylaşıp New York İtfaiyesi mi? yoksa İstanbul İtfaiyesi mi? daha iyi ve büyük bir kurum kararı size bırakıyorum..

Öncelikle İstanbul İtfaiyesi, belediyeye bağlı bir kurum olarak görev yapmaktadır. Geliri ise belediyenin kendilerine ayrılan bütçesinden gelmektedir. New York itfaiyesi ise kurumsal bir şirket yapısındadır.Yönetim düzeyi 2'ye ayrılıp bir bölümü idari işlerden sorumlu sivil bir yönetim diğer bölüm ise icra kuruludur. New York İtfaiyesi'nin geliri ise Belediye bütçesi,halk yardımları,İtfaiye fonu ve İtfaiye ürünleri satış mağazalarından gelmektedir.
Diğer bir farklılık ise İstanbul İtfaiyesi ,İstanbul Belediyesi İtfaiye bölümü diye geçmektedir. New York itfaiyesi ise ismi şehirden önce yazılan ve söylenen tek itfaiyedir. ''Fire Departmant City of New York'' bu özelliği ile Dünya'nın birçok sivil kuruluş ve dernekleri tarafından Dünya'nın en iyi İtfaiye örgütü seçilmiştir.

Farklılıklara devam edecek olursak, İstanbul'un kaba nüfusu 15 Milyondan fazla, İtfaiye personel sayısı toplamda 4.343 kişi. Asıl sorunda burada başlıyor İstanbul'un nüfusu 15 Milyondan fazla iken İtfaiye personeli sayısı 4.343 bu 4.343 kişiden hepsi itfaiyeci değil sivil memurlar,sağlık memurlar vs..
New York'un nüfusu (2012) 8 Milyon 337 Bin kişi İtfaiyeci sayısı ise 12 bin ve bunun yanında 3 bin 200 kişinin üzerinde itfaiyenin kendi sağlık hizmetlileri bulunmaktadır. (kendi ambulansı,kendi doktoru,kendi ilk yardım ekibi) Bu olay bizde henüz yoktur. Hastane aranır ve ambulans beklenir!

Ufak bir detay olarak İstanbul itfaiyesinde işe girmek için KPSS sınavına girmekle yükümlüsünüzdür. New York itfaiyesinde ise sınavdan çok size yangın testi,ilk yardım testi,kişi kurtarma,operasyon, araş kullanma, alarm anı durumları gibi bir çok teste tabi tutarlar..

Bu kadar farktan sonra sizce gerçekten hangisi daha iyi?

30 Aralık 2013 Pazartesi

AYAZ

Hepimiz çocuk olduk..
O olamadı...

Hepimizin çocukken hayalleri vardı, ''ileri de ne olacaksın?'' diye soranlara erkekler ''itfaiyeci veya polis'' kızlar ise ''hemşire veya doktor'' derdi..

O diyemedi, onun hayalleri olmadı...

Soğuk kış günlerinde annemiz veya babamız bizi kısa süre de olsa parka oynamaya veya dışarı hava almak için çıkarırdı. Üşürdük..Hemen eve gelip kalorifer veya sobanın yanı başında bulurduk kendimizi...

O dışarı çıkamadı, zaten yaşadığı yer itibari ile dışarı çıkmasına gerek yoktu!!!

''O'' Kişi Ayaz bebek...
Daha 40 günlüktü, ailesinde para yoktu, derme çatma bir kulübede, camsız, cam kısımları naylonla kaplanmış bir harabede daha 40 günlükken uykusunda zaatüreden hayata gözlerini yumdu.

Ne bir hayali oldu, ne bir oyuncağı oldu, ne bir anısı, ne de bir ısınıcak sobası...

2013 Türkiye'si..2014'e gireceğimiz şu günlerde insanlar değil artık bebekler ölüyor. Neden? Soğuktan!!! dışarı da yaşamaktan!!

Kimileri parasına para katıyor, sokak hayvanlarına barınaklar yapılıyor, kimileri lüksüne lüks katıyor, devlet hazinesi vergilerle, özel tüketim vergisiyle, hava vergisiyle şu, bu vergisiyle gücüne güç katıyor ...Nereye gidiyor bu vergiler? Neden benim verdiğim vergi Ayaz bebeğe gitmedi? Neden benim verdiğim vergi Van'da hala konteynırlarda yaşayanlara gitmiyor?

Siz siyasetçi değilmisiniz? İşiniz devletin muhtaç vatandaşlarına, yurtdaşlarına yardım etmek, ihtiyaclarını karşılamak değil mi? Bana yol yapma, varsın ben 30km'lik mesafeyi yürüyerek gideyim, 1 saat trafik çilesi çekeyim ama Ayaz bebek ve onun gibi binlercesi soğuktan, zaatüreden ölmesin!!! Biz dünyanın 3.sınıf değil gerçekten 13. sınıf ülkesiyiz...

2013 yılında diğer gelişmiş ülkeler Ay'a koloni kurarken biz yol yaptık, din böyle buyurdu, şu şöyle yaptı, tarihimiz böyleydi gibi havadan sudan sebeplerle uğraşırken bebekler can veriyor, insanlar yaşama mücadelesi veriyor...

Efendiler, bırakın maneviyatı, geçmişi, kimin ne dediğini, kimin kimle gezdiğini...bakın çevrenize, açın gözünüzü insanlar yaşam mücadelesi veriyor (hayat ile değil) soğuk ile açlık ile burası Türkiye yıl 2013 taş devri değil...



Ayaz Bebeğin yaşadığı yer...!!! (belki birileri gerçeklerin farkına varır)


23 Aralık 2013 Pazartesi

PES!!

Devleti soyup, soğana çeviren...Ondan sonra çıkıp ''bizim abdestimiz tam, Namazımız tam'' diyerek (sanki ahiret sınavında) yolsuzluğu görmezden gelenlere PES!!

Tahmini 10-15 bin kişi federasyon binasına yürüyen Beşiktaş taraftarına destek vermeyen başta BJK TV olmak üzere koskocaman bir PES'te yönetime!!!

Beşiktaş'ın Federasyona yürüyüşünü ''Yaklaşık 500 kişi federasyona yürüdü'' diyen..Kanal D ekibine ayrı bir PES!!!

Van üşüyor, Van donuyor ..Bunu görmezden gelenlere PES!!!

Dış mihraklar, Dış güçler, IMF, Faiz Lobisi, İsrail oyunu, Amerika oyunu yıllardır aynı terane artık sıkıldık PES!!!

Burcu Esmersoy'un NTV spor da gece spor bülteninde çıkması ayrı bir PES!!!

Melo'yu atmayan ''sözde'' Beşiktaş'lı Fırat Aydınus'a PES!!!

Ebru Şallı ve Sinan Akçıl İtalya'da bir cafe de görüntülenmiş!!.. Ne yapsaydılar eski kocasının evinde mi buluşsaydılar? Bu haberi yapana da PES!!!

Sarıkamış olayını unutup, hala Suriye, Mısır ve Arap Dünyasında yaşamaya çalışanlara PES!!!

Kadıköy'de yapılan halk yürüyüşünün daha hemen başında su ve biber gazı hatta plastik mermi atan polise PES!!!

Yavru ve bakımlı hayvanları sevip, sokak hayvanlarına ilgi göstermeyen hatta tekme atan, kovalayan ''sözde'' hayvan severlere PES!!

Gerçek gündemi sosyal medya ve özellikle Twitter'dan takip ettiğimiz için ''özel ve güzide'' basınımıza PES!!

Yalan, yanlış haber transfer haberi yapan, kulüplerin basın açıklamalarını gazetelerinde yer vermeyen ''sözde'' spor habercilerine PES!!

''Noel kutlamak Müslümanlıkta haramdır'' dedikten sonra ''Türkiye'de bizim sayemizde din özgürlüğü var'' diyen bakana da ayrı bir PES!!!

Kayseri'de ölen 11 öğrencinin bindiği servis aracında kış lastiği ve kış donanımı olmaması buna rağmen hala polisin İstanbul'da minibüsleri çevirip gereksiz ceza kesmesine PES!!!

Başbakan Erdoğan'ın Trabzon ziyaretinde üstlerine ''kefen'' giyen Ak gençlik örgütüne ayrı bir PES!!!


Son olarak bu yazıyı okuyup gerçekten de bunlara PES diyemeyen veya demeyen herkese PES!!!

18 Aralık 2013 Çarşamba

Sosyal Medya da Marka Yönetimi


İlerleyen teknoloji, her ne kadar kabul etmesek de artan kişi başı gelir (dünya genelinde), teknoloji kullanımının kolaylaşması ve üretici markaların sadece gençleri düşünerek değil de genel yaş gruplarına hitab eden ürünleri sayesinde internet, sosyal medya kullanımı dünya genelinde inanılmaz boyutlara ulaştı.
İnsanların düşüncelerini, beğendikleri sözleri, hatta çektikleri anlık resimleri artık bütün dünya ile paylaşması bu çağa ''bilim ve teknoloji çağı'' denmesine neden oldu. Üretici firmalar ve markalar bu ilerlemenin gerisinde kalmak istemediler ve markalarını sosyal medya da özellikle Facebook, Twitter gibi insanların daha çok kullandıkları alanlarda hesap açarak, reklam ve tanıtım amaçlı kullanmaya başladılar. Bazı markaların veya kuruluşların sosyal medya yönetimi o kadar iyi yapıldı ki o markayı kullanmayan veya o kuruluşla bir bağlantısı olmayan bir birey bile sırf markanın yönetimini, paylaştıklarını görebilmek için takip etmektedir.

Bir Halkla İlişkiler mezunu olarak burada yazacaklarım sadece benim düşüncelerim ve sadece kafamda ''bana göre sosyal medya'da bir marka nasıl olmalı, nasıl yönetilmeli?'' sorusunun cevaplarıdır.

Sosyal Medya alanında bir marka nasıl olmalıdır?

Öncelikle Sosyal Medya alanında markanız adına bir hesap açıyorsanız, bana göre o hesap  reklam ve tanıtım kaygısı olmayan bir hesap olmalıdır. Başka bir deyiş ile marka bulunduğu alanda reklamını yapmak yerine, daha sosyal bir işleve sahip olmalıdır.
Biraz işin detaylarına bakacak olursak, marka orada tüzel kişilik yerine gerçek bir birey olarak anlatılmalı veya lanse edilmelidir. Örnek olarak, markaya yazılan yorumlara, tweetlere, eleştirilere veya bunun gibi durumlara tüzel kişilik gibi değilde sanki bu yazılar size, kişiliğinize yazılıyor ve sizde bir insan olarak cevap veriyor gibi düşünmenizde fayda var. Bu yöntem ile markanız bir çok kişi tarafından takip edilirken aynı zamanda beğeniyle de takip edilecektir.

Bir kullanıcının size attığı yorum veya tweet ''Sizi seviyorum'' olabilir. Bu tweete veya yoruma kurumsal veya reklam, tanıtım amacı güden bir marka iseniz ''Teşekkür ederiz.'' diye cevap verirsiniz. Fakat tamamıyla markanızı sosyal hayatta insanlara bir bireymiş gibi yansıtırsanız bu tepkiye cevabınız ''Bizde sizleri seviyoruz'' olacaktır. Burada takipçilerinize daha fazla güven vereceğinizi düşünmekteyim. Bu tarz bir cevap aynı zamanda olumsuz eleştiri veya olumlu eleştirilere de açık olduğunuzu, takipçilerinizin sizinle marka hakkında her şeyi paylaşabilecekleri algısı da yaratmaktadır.

Olumsuz veya küfürlü yorum yazılma durumlarında ise, bunun sebebini öğrenmek yine sizin üzerinize düşen bir görevdir. Küfürlü veya olumsuz bir yorumu silmek çok kolaydır ama o yorumu silmeden önce birkaç takipçinizin o yorumu gördüğünü unutmayın. Bu tarz bir durumda ise olayın sebebini öğrendikten sonra bu yorumu yapan kullanıcı ile bire bir iletişime geçmek sizin yararınıza olacaktır. Tıpkı kendi düşüncelerinizi paylaştıktan sonra o düşüncenin altına olumsuz yorum yazan arkadaşınıza özel mesaj attığınız gibi durumu değerlendirmek durumundasınız. Eğer mesajı silip, hiç bir şey yapmazsanız bu da sizin markanızın yönetimine zarar verecektir. İlk önceliğiniz bu yorumu yapan kişinin tekrar yorum yapmasını sağlamaktır. Aslında burada amaç bir özür değildir. Burada ki amaç geri dönüş iletişiminizin olduğunu göstermektedir veya bir özür gerekirse bile kullanıcının sizden değil sizin takipçilerinizden özür dilemesini istemeniz ise sizin büyüklüğünüzü ve takipçilerinize olan saygınızı gösterir düşüncesindeyim.

Açılış, lansman, kokteyl gibi durumlarda ise anlık resimler çekip, takipçilerinizle paylaşabilirsiniz, Örnek verecek olursak, A markasının sosyal medya yönetimini yaptığımızı düşünelim ve o gün bağlı olduğunuz kurumun yeni yıl partisi var..Siz bir resim çekip altına ''Merhaba, Ben A şu anda grubumun yılbaşı partisindeyim.'' gibi yorumlarla markanızı bir birey olarak takipçilerinize yansıtabilirsiniz. Hatta bu gibi bağlı olduğunu grubun aktivitelerine veya toplantılarına katıldığınız da ''Check-in'' ile yerinizi belli etmeniz insanlar da bu marka bir birey izlenimi uyandıracaktır. İlk okunduğunda ''Nasıl olur?'' gibi düşünülebilir ama bence sosyal medya da bir marka yönetiyorsanız bazı şeylerde yenilik yapmak veya bazı değişik cevaplar vermek zorundasınız. Özellikle markanızı takipçilerinize bir birey olarak yansıtmak istiyorsanız rutin, alışılagelmiş yazılar, cevaplar ve durumlardan kaçınmanızın sizin yararınıza olacağı düşüncesindeyim. Check in yapmak veya sevecen bir yorum yazmak veya halkın ilgilendiği bir konu da mesaj atmak yada sosyal yardım derneklerine destek olmak sizi diğer markaların bir adım önüne çıkartacaktır.

Eğer bir yiyecek markası iseniz, fabrikanız da ürün yapılırken resimler çekin, yorumlarınızda da ''Ben böyle yapılıyorum :) '' yazın emin olun insanlar dalga geçse bile en azından bilinç altlarında markanın nasıl yapıldığı , hangi koşullarda yapıldığı hakkında olumlu bir bilinçaltı izlenimi oluşacaktır.

Son olarak, sosyal medyada markanızın iletişimini yaparken, çok sık yorumda bulunmak, günde 15 -20 tane yorum veya tweet atmak sizin takipçi sayınızın artmasına değil tam tersine sizin takipçi sayınızın düşmesine bir sebep olacaktır. Günde 2 tane (ekstra durumlar dışında) yorum yazmanız veya durum güncellemesi veya tweet atmanız hem takipçilerinizi rahatsız etmeyecektir aynı zamanda da takipçilerinizin sizinle daha sık iletişime geçmesini sağlayacaktır.


13 Aralık 2013 Cuma

Son Durumlar 13.12.2013

Geçtiğimiz hafta itibari ile Türkiye'nin ''görünmeyen, gösterilmeyen'' gündeminde yine bir sürü olaylar yaşandı. Uyutulanlar, uyuyanlar, takdir edilmesi gerekenleri elimden geldiği kadarıyla burada yazıp, sizlere aktarmak istedim.

Öncelikle takdir edilmeyi hak edenlerden başlayalım; Malum kış geldi, İstanbul'da hava sıcaklıkları 0 ve eksi derecelere kadar düştü, biz sıcak evimizde çay içip kar yağışını izlerken veya keyifle kar topu oynarken, bu durumda üşüyen, evi olmayan veya barınacak bir barakası bile olmayan insanlara belediyeler ellerinden geldiği kadar yardımcı olmaya çalıştı. Özellikle burada en büyük takdiri İstanbul Büyükşehir Belediyesine layık görüyorum. Nedenine gelince İstanbul Zeytinburnu Spor Kompleksini evsizlere barınma yeri olarak tahsis etti ve Darülacezeden 10 kişilik bir ekip, komplekste barınan insanların ihtiyaçlarını, yemek dağıtımlarını karşılamak için orada görevlendirildi. Bu spor kompleksinde şu anda 233 kişi barınmakta bunların 4'ü kadın...ve ilginç olan durumda burada başlıyor 4 kadından biri şu anda 9 aylık hamile! Yanlış okumadınız 9 aylık hamile bir Türkmen vatandaşı...Eşi sınır dışı edildiği için kendisi Türkiye'de kalmış işsiz ve evsiz vaziyette çocuğunu birazda mecbur şartlardan dolayı burada doğurmak istiyor ve devletten yardım bekliyor...233 kişi arasında 1 tane de zihinsel engelli bir vatandaşımız bulunmakta onunda annesi ve babası vefat ettiği için maalesef kendini devlete emanet etmiş durumda..Soğuk hava ve kar yağışının görünmeyen tarafları bunlardı..

Biraz da yüzümüzü gülümsettiren bir gelişmeden bahsedelim, Salı günü oynanması gereken ve kar yağışı sebebiyle ertesi güne yani Çarşamba gününe ertelenen Galatasaray-Juventus maçını inceleyelim...Maç bilindiği üzere Çarşamba günü 15.00 itibari ile başladı. Tribünlerin boş olacağı düşünülse de düşünülmeyen bir şey vardı..Türkiye'de ki işsizlik oranı...ve bu oran sayesinde (tabi ki tribünde ki herkes işsiz değildi) tribünlerde 37 bin kişi yerini aldı. Bu traji-komik olay kimi internet sitelerinde veya forumlarda dile getirildi. Uzun lafın kısası Türkiye'de ki bir sorun başka bir olay da mutluluk verici bir olaya sebebiyet verdi ve Galatasaray 37 bin kişinin desteğiyle Juventus'u devirip adını bir üst tura yazdırdı..Tebrikler Galatasaray diyerek haftanın uyutulan veya başka boyutlarda yaşayan insanların dünyasına geçelim.

''Haçiko'' yani uzun anlamı ile ''Hayvanları çaresizlik ve ilgisizlikten koruma derneği'' Ömür Gedik önderliğinde bir çok ünlü ismin yardım ve destekleriyle kurulmuş sokak hayvanlarını korumak ve insanları bilinçlendirmek üzere kurulmuş bir dernek. Amaç süper, fikirler, vizyonlar havada uçuşuyor. Bir hayvan sever olarak kesinlikle takdir ediyorum. (bir dip not en sevdiğim hayvan Penguen, Kutup ayısı vs) Kral Tv ve Kral medyanın sponsorluğunda bu dernek adına bir yardım gecesi düzenlendi. Bu yardım gecesinde Ajda Pekkan, Ferhat Göçer, Enbe orkestrası, Rafet El Roman, Atiye ve Yusuf Güney gibi ünlü isimlerin ufak konserleri ile bir gece düzenlendi. Muhtemelen iyide ''yardım'' toplanmıştır. Gerçekten çok güzel bir aktivite ve düşünce ..fakat benim karşı olduğum olay doğru zamanmıydı bu geceyi yapmak için? Acaba bu insanlar Van'da hala üşüyen ve hala konteynırlar da hayat ve soğukla mücadele veren 500 ailenin farkındamıydılar? Veya Komşusu, yurtdaşı, kardeşi, dostu aç ve soğuktan donarken, sokak hayvanlarına yardım etmek!! Kafamda cok soru işaretleri bıraktı ve bu acıdan en azından zaman olarak bu aktiviteyi ''Uyuyanlar'' bölümüne koymak istedim...
Bu konuda son bir dipnot yazmak istiyorum..Van Üşümüyor..Van Aç, Van DONUYOR!!!

Son olarak, Özellikle sona sakladığım yurdumdan bir manzara olarak sizlere aktarmak istediğim habere gelelim..Malum kar yağdı 7'sinden 70'ine herkes kar topu oynamak, karın tadını çıkarmak için sokaklara çıktı. Hepimiz çocuk olduk, hepimiz kar topu oynadık, hatta fırlamalıklar yapıp kar toplarını caddeden geçen, arabalara, kamyonlara attık ama şimdi yazacağım olay tamamen gerçek ve hayretler içerisinde okuyup yurdumun vatandaşının şakayla imtihanını gözler önüne serecek.

Yer: İstanbul, Küçükçekmece
Arkadaşlarıyla kar topu savaşı yapan veya kar topu oynayan 11 Yaşında ki Yusuf, civardan geçen taksiye isabet eden kar topu sebebiyle, taksi şöförü tarafından kovalandı. Bu kovalama sonucu Yusuf kendini bariyerlerden kaçmak için E5 kara yoluna attı. E5'ten geçen bir araç 11 Yaşında ki Yusuf'a çarptı ve Yusuf hayatını kaybetti... Sonra ne mi oldu? İşte burası Türkiye!! Yusuf'u kovalayan Taksi şöförü ve Yusuf'a çarpan araç olay yerinden kaçtı...!!!

Bu hafta Türkiye'de son durumlar bu şekildeydi..

UEFA Avrupa liginde grubu lider bitiren Trabzonspor'a tebrikler...

Beşiktaş'ın ve Türk Milli takımının kalecisi Tolga Zengin'in annesine Allah'tan rahmet, yakınlarına başsağlığı dilerim..
Bütün anneler MELEK'tir..Oğlun bize emanet MELEK anne...

Tahsin Dayanç